12 Şubat 2011 Cumartesi
YÖRÜKLER VE YÖRÜK KÜLTÜRÜ
Yörük boylarinin, konar göçerlerin; yükseklere çikmak, uçsuz bucaksiz bozkirlara, yesil ovalara, kivrim kivrim akan derelere, yemyesil çayirlara, alçak tepelere, piynarli yakalara daglardan bakmak, burcu kokulu bitkilerin arasinda kabardicin, koyu gölgesine yaslanmak, çayira uzanmak, keçilerin çanlarini, erekteki koyunlarin melemelerini, develerin hataplarindaki havan çanlarini dinlemek, öküzlerin bögürmelerini, siyirtmacin düdügüyle beraber duymak, danalarin tozu dumana katisini görürken, hergelecinin sikligini duymak, atlarin kisnemesini, horozlarin ötmesini, köpeklerin havlamasini, kuslarin civiltisini duymak, kaval sesiyle geçmise dalmak, cura sesiyle uyanmak, kemence sesiyle sevdayi hatirlamak, tekenin kayadan kayaya sekmesi, bögelek tutmus düvenin kosusturmasi, kisraklarin kisneyerek suya dört nala gitmesini görmek ne zevklidir yörük için.
Yaslandiginiz yerden dogrulur, dengilerek etrafa iyice bakarsaniz; öbek öbek çadirlari, önünde kosanlari, cingirak oynayan çoçuklari. Elinde bakraç koyun sagmaya gidenleri görür, göz kapaklarini hafif kaldirir daha uzaklara bakinca; daha yüksek daglari görür “kimbilir orasi nasildir” der ve özlem duyarsiniz, karsi yamaçlara serpilmis; obalar oymaklar, yesillikler içerisine” küme küme yerlesmistir. Doga cömert, yesillere bezenmis yeryüzü, gökyüzündeki mavilikler arasina serpilmis pamuk yiginlari gibi bulutlari hep birarada görünce geçmisi ve gelecegi birarada hayal edersiniz. Hele ilk defa bütün bu güzellikleri görürseniz dünyayi yeniden kesfettiginizi sanirsiniz. Oysa yörük obasinin insanlari o güzelligi sanki içlerindeymis gibi hergün görüyorlar, uzak kalinca da yayla hasretiyle yanip tutusuyorlar.
Yüce daglarda dolasmak yigitliktir, vatani kuran, kurtaran ve savunan yigitler, efeler, zeybekler, kizanlar çikmistir, Yörük obalarindan tarih boyunca. Yörükler her zaman asker sayilirlardi. Türk milletinin özünde varlardi. Asker dogup asker ölmeleri de dogaldi. Tarih incelenirse savastigimiz milletler hep yerlesim birimlerini,savunma ve korunma amaciyla kalelerini daglara, yüksek tepelere kurmuslardi. Yüksek tepelere yapilmis düsman kalelerine ilk atagi yapan akincilar, neferler yörüklerdi. Yörükler daglara, yükseklere ulasma sevdasini vatan sevgisi ve hürriyet özlemiyle birlestirilince dayanir mi kaleler. Yörükler tepelere bir bir hakim olunca Türk ordusu zaten savasi kazanmis sayilirdi. Tarih hep böyle yazilmisti. O nedenledir ki ordunun öncüleri, akincilari, uç askerleri, atlilari, neferleri, Alperenleri, yörüklerin gözü pek yagiz delikanlilardan seçilirdi.
Gaza ve cihat yapan yörüklere fatihlerin çocuklari denirdi. Zeybeklik, efelik isimleri de kolay alinmamistir. böyle olmasaydi Hazar Denizi, Aral Gölü etrafinda ve Orta Asyanin bozkirlarinda oturan Oguz Boylari’nin kollari; Ata yurttan Ana yurda, Anadolu’nun bereketli topraklarina kavusabilirler miydi, bin yillik ana yurdu koruyabilirler miydi?
Teke yöresinin kepenek altinda yatan aslanlari için, güngörmüs Türkmen dedeleri, As-elek görmüs eli kinali, ak dastari altinda kepezli ebeleri dua etmisler; Atadan ogula hep söylene gelmistir yörük ellerinde: “Günes batarken ay dogsun, ay batarken günes dogsun üzerinizden aydinlik hiç eksik olmasin” diye.
Yörük obasinin insanlari çileye sevdalidir. Zoru asmak, uzaga kavusmak, yükseklere çikmak özlemidir. Kusun tüneginde korkusuz oldugunu bilir. Daglara ulasirsa yörük; turlugunu, alacigini, çadirini kuruverirse ata yurduna, iste o zaman mutludur.
Obanin yagiz delikanlilari; daglarin yamaçlarindan aksama dogru ahenkli çan sesleriyle meleserek inip gelen Yörüklerin seyretmeye doyamadigi keçilerini kosana toplarlar, koyunlari erege katarlar, eli bakraçli genç kizlar hayvanlarini sagmaya giderken, delikanlilar, kizanlar, kopiller Çingiraga kosarlar, tereyagiyla kömürü katinca ne de ses çikarir kulaklari çinlatir Çingirak sesleri, sanki için için aglar, bazen nara olur, bazen feryat olur. Belki’de yurtlarin acilarini, sevdalarini anlatir. Çingirakta yer bulamayanlar çelik oynamaya kosarlar, el ile baslayan oyun ayak, bel, uç, tas derken sira yelliye gelince naralar kopar hep biragizdan, çigliklar yankilanir, kayalardan, zapirayanlar, seyidenler, kosanlar soluk solugadir, elinde çali, gütmek zordur aslinda çeligi.
Alacakaranlik olunca çöker sessizlik ortaliga, sessizligi bozar erekti koyunlarin yayilmaya gidisi. Ama sessizdir usul usul, süzüle süzüle yürür koyunlar. Arada bir köpek havlar, salar korkuyu daglara. Elbet canavarlarda bosdurmaz bekler zamani. Bulurlarsa sahipsiz sürüyü sikar geçer. Derler ki Türkmen kocalari; bir canavar yüz koyunu sikarsa çatlarda ölürmüs, bilinen sudur; en fazla altmis koyunu, sikmistir. Ama yamandir çoban köpekleri vermeyince canlarini, vermezler koyunu.
Gecenin karanliginda koyun gütmeye gitmeden önce kocalar; eli kinali kadinlarin hazirladigi yufkayla hösmerimi yerler, kese yogurdundan yapilmis ayrani içerler. Kurmusken sofranin basinda bagdasi, kalkmak zordur, ama yörüktür yürüyecektir. Basinda çorap sapkasi ayaginda çarigi, çorabiyla dimisi, belinde kusagina yerlestirdigi kavali, sirtinda kepenegi, elinde degnegi, omzunda tüfegi ile koyunun arkasindan karanliga dalinca yörük kocasi, kaybolunca karanliktan her tepeden, her çayirdan isliklar duyulmaya baslanir. Her isligin anlami ve manasi vardir. Bu yörüklerin haberlesmesidir.
Sagilan sütler kazanlarda kaynatilmis, yogurtlar çalinmistir. Yörük için sabah erken olur. Kadini, erkegi için gün gökyüzünden yildizlar kaybolunca baslar. Zaten keçiler, koyunlar melemeye, horozlar ötmeye, köpekler havlamaya baslar zamani gelince. Erken yatmak erken kalkmak gerektir. Yerdeki kizil kilimlerin, karaçullarin üzerine, keçeler ve postlar serilir. Koyun yününden yorganlarla yatilir. Daglar soguktur ama yazin gözenekleri açilan serin tutan keçi kilindan yapilmis çadirin kisin sogukta yagmurlu havalarda gözenekleri kapanir bu defa sicak tutar.
Erkenden kalkan Yörük; Oglaklarin keçilerin yanina kosana katarlar ve emdirirler sonra ayirirlar bir bir anasindan oglagi. Kosanin çirkik kapisini açarlar. Kosarlar özledigi daglara çan sesleri ortaligi kaplar bir an. Belki’de çobanin müzigi, yüzünün gülümseyisi çanlardan çikan ahenkli seslerdir. Eli kinali kadinlarin saçta pisirdigi gatmarlari sütle, ayranla, yeni saçtan indirilmis hamurlu ekmegin üzerine halis tereyagini sürerek yiyen kizanlar oglak gütmeye, yagiz gençlerde keçileri piynarli daglara agdirmaya giderler. Isi biten gençler çesme baslarinda bulusurlar, duymak isterler sevda seslerini. Sevdalar sözle söylenmez yörük obalarinda. Bir tepede elinde kemençe erkekler, diger tepede eli bogazinda kizlar söyler müzigini. Her nefesin bir anlami vardir bogaz çalinirken. Sevdalilar adeta konusurlar müzikle, belki günesin ilk isiklariyla sessizlikte ovalar, daglar ortak olurlar, dinlerler tipki sevdali insanlar gibi müzigi. Sirma, çitme, çift, tek melikli, al
yanakli, eli kinali kizlar oya, nakis islemeye, istarlarinda karaçul, kizil kilim, alara kilim, heybe, çuval dokumaya baslarlar. Maniler söylerler: Öbür yandan yakinlar bir birlerine eklenir. Öyküler anlatir hiç durmadan, çadirlarinda islerini bitiren analar da ellerinde tengerek egirirken, halaç bükerken, golan örerken hallesirler konu komsularla. Gece boyunca yayilan koyunlar günesin yukarlara çikmasiyla, sicagin bastirmasiyla agaç gölgesine yatirilir. Yörük kocasi da ya çadirinda, ya da ardiç gölgesinde yaslanir gidermeye çalisir gecenin uykuzuzlugunu
Kösenden sisene, goduktan guline hayvanlar alemi dosttur yörük obalarinda insanlarin. Sevdalariyla bir tutusmuslardir söylemislerdir türkülerini, manilerini. Belki’de dünyada hayvanlari, dogadaki bitkileri, agaçlari yücelterek sevdalariyla bir tutan, dogayi kendisinde gören yörüklerdir. Bu nedenledir ki birakmamislardir daglari, sevgilerini, dertlerini hep daglara söylemislerdir. Düsünmüslerki dertlerine yalniz daglar ortak olabilir. Herkes bilir ki halk müziginde hayvanlar vardir, hep yaylalar hep daglar vardir.
Çok kazanamaz insanlar, egirdigini yüne degisir de kazançlari için bir türlü ses çikaramaz, sükreder haline isyan nedir bilmez. Devletine sadakatlidir, kaninda vardir ulul emre itaat, Vatan sevgisi ecdadtan yadigar kalmadir kendisine. Bilir ki Vatan varsa kendi de vardir. Vatan yoksa kendi de yoktur. Olgundur, kabül etmesini bilir, yigittir, merttir, mücadele etmesini bilir, cömerttir vermesini bilir, inançlidir hakki hukuku bilir. gene de gelinemez yörügün üstüne üstüne; çikarilinca orman kanunu, salininca orman askeri çobanin üzerine üzerine çoban abanin altindan sopayi gösterip deyiverince “ya keçinin affi yada ormanin mahfi. Iste o zaman atilmisti geri adim lavedilmisti orman askeri.
Yörüklerin bakmayin toplu hareket etmediklerine. Yörükler kendi islerinde bile özgür olmak isterler. Dünya ile tek baslarina mücadele edebileceklerine inanirlar, o gücü kendilerinde görürler. Tipki bir “Türk dünyaya bedeldir” sözü gibi. Istemezler kimse karismasin islerine, dokunmasin özgürlüklerine, zaten özgürlüge güce sevdalanmasaydi çikarmiydi daglara?
Katlanir miydi zorluklara?
Yolunuz düserse Yörük obalarina, ugrarsaniz çoban yanina; tadarsaniz hösmerimi, yerseniz kese yogurdunu, çökelegi, dagarcikta saklanan dürgelerle, yufkalarla ayrilasiniz gelmez, bir de buz gibi soguk suyu gözünden avuç avuç, ya da küyner kokulu susakla içince.
Keçilerle teke, o da ister piynarli bir tepe, koyunlarla koç o da ister mevsiminde göç. Güzün sahile inen çoban mutlu degildir. Daha ilk gün baslar yayla özlemi. Bitince kis, otlar cücüklemeye, agaçlar pürçüklemeye baslayinca sahilde; çok zaman geçmeden ak sakalli yörük dedesi toplar ihtiyar heyetini, büyük çadirin bas kösesinde bagdas kuran güngörmüs yörük dedesi elini kusagindan çikarir, ihtiyar heyetini bir bir süzer ve derki”ak geçi kara geçi yine geldi yaz göçü”. Artik karar verilmistir.
Genç kizlar, yagiz delikanlilar, kizanlar, kopiller heyecan içinde kosusturmaya baslamistir. Muhtar hemen destimene ve tellala görev verir, haber salinir civar obalara, oymaklara göç tarihi duyurulur. Baska obanin ayni tarihte yola çikmasi atalardan gelen tecrübelerle pek uygun görülmez. Göçün de kaide ve kurallari vardir. Sürdürüle gelmistir. Göç hazirliklari tamamlanmistir, gök yüzünün dogusunda gecenin karanliginin arkasindan deveci yildizi görününce, “göç yolda düzelir” denir. Önde en degerli kizil kilimler yüklü
hataplarinda havan çanli develer, arkasinda yozlar, tülüler, mayalar, kösekler, atlar, irafanlar, kisraklar, taylar, gulinler, semerinde çar çapit yüklü essekler, sipalar, goduklar, öküzler sigirlar, düveler, tosunlar, danalar, bizalar, keçiler, tekeler, çepiçler, oglaklar, koçlar, koyunlar, sisekler, kuzular velhasil yörügün evcillestirdigi dost saydigi hayvanlar siralanmistir bir bir. Muhtar, ihtiyar heyetleri önde giderken, tecrübeli atlilar pervane dönerler göçün çevresinde.
Yörük göçte geçit vermeyen koca daglara tirmanmaya baslayinca, göç zorlasir. Kalsa da atinin nallari yolda, yirtilsa da ayagindaki çarigi, yüklü deve dinlenmez der yürür Yörük insani.
Göç devam ederken gece olup, konaklama yerine gelince develerdeki, atlardaki, esseklerdeki yükler çözülür. Dinlenmeye çekilir, hemen ates yakilir, tarnalar pisirilir, dagarciklardaki ekmekler çikarilir, taze sütler sagilip isitilir, hep birlikde yenilir. Bir taraftan ates çogaltilir, curalar çalinir, önünde oynanilir, uyuma zamani gelince; nöbetçiler dikilir, daglar tekin degildir, hele göç yollarinda, yataklar serilir uyunur, yine gecenin karanliginin ötesinden deveci yildizi görününce yola çikilir. Çünkü yörük obalarinda göçerlere deveci yildizinin yol gösterdigine inanilir.
Yaylaya yaklasinca, Yörük kabaardicin kokusunu almaya baslar. Bilseniz ne kadar ferahlatir, huzur verir, güven verir insana. Yayla denince akla kabardiç gelir. Yörük Kabardicin gölgesine bakar hemen oraya kuru verir alacagini, çadirini. Kabaardiç hayvanlari da unutmaz elbette; bazen erek olur. Bazen agil olur, bazen de kosan olur kuzucuklara. Atalar demis ki; armut aglatir, kavak kavlatir, sögüt söyletir, kaba ardiç gölgesi basyayladir.
Yörüklerin bir diger ismi de konar göçerlerdir. Göç, yörükler için vazgeçilmezdir. Varinca yaylaya; ulasmistir insanlar özledigi ata yurtlarina. Bu sevinci kutlamak yarenlik yapmak isterler. Göçün ve çevre obalarinin insanlarini alacak kadar genis, yesile bezenmis çayir ve gürül akan suyu olan yerde toplanirlar, buraya genellikle yaren yeri, yaren beleni, yaren tepesi derler. Oguz Boylarinin, Türkmenlerin yörüklerin toplandigi yaren yerine; yigidin harman oldugu yer denir. Türklerin tarih boyunca oynadigi oyunlar bir kez daha oynanir. Gücün, sevdanin, birligin gösterisi yapilir. Yüce dag baslarindaki yaren yerlerinde.
Obanin bütün insanlari oyuna istirak ederler.
Sevinci beraber paylasirlar, hünerlerini gösterirler. Yörüklerde öyle güç parayla, yada kolay kazanilan payelerle gösterilmez. Güç bilekle, yürekle, akilla gösterilir. Yörügün ata binisi, yürüyüsü, zeybek oyunu, konusmasi, oturmasi, kalkmasi hepsi bir yigitlik sembolüdür. Çünkü ata öyle yapmis, ogullar devam etmis, devam etmekte gerektir.
Yörügün oyunlarinda fazla silaha raslanilmaz, çünkü gücü silahta degil kendilerinde görürler de kendilerini ortaya koyarlar.
Oyunlara at yarisiyla baslanir, cirit, çelik çomak, güres, cingirak, an dasi, arap, yanik oynarken erkekler, kadinlarda bos durmazler; kaya, göçek oynarlar. Sira ezgilere ve oyunlara gelince; cura, baglama, saz, düdük, sipsi, kaval, kemençe çalinir. Türküler söylenir.
Orta yerde görürsünüz agir zeybek, kivrak zeybek, Teke Zortlamasi, çömlek kirdiran oynayanlari. Oyun deyip geçmemek gerektir. Alici gözle bakinca görürsünüz develerin yürüyüsünü, tekenin kayadan kayaya sekmesini, kabaardicin arasinda yürüyen insani, çayirda usul usul yayilan sonra da suya kosan koyunlari.
Her oyunun bir anlami, bir ifade edis biçimi vardir. Bütün bunlardan sonra dagilir öbek öbek ata yurtlarina yörükler. Zaten gezilmis yurdun konmasi da kolay olur.
Hayat devam ederken yörük obalarinda, insanlari dosttur, açik sözlüdür, sevda yüklüdür, yigittir, merttir, cömerttir, olgundur. Türk’ün mayasidir, saygilidir büyügüne, sadakatlidir devletine, zorluklari asinca mutlu olur, sükreder haline, soguk günlerde kepenek yeter, bilir yasamin zorluklarini, ama kopamaz daglardan bir türlü; sahsiyetli insandir, ask ile tutkuludur ÖZGÜRLÜGÜNE. (www.yorukler.com, www.kultur.gov.tr, www.yoruk.cjp.net)
Yörükler: Anadolu ve Rumeli’de hayvancılıkla uğraşan göçebe Türkmenler.
Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türkmen topluluklarının göçebe yaşamı yeğleyen ve yanlızca koyun yetiştirenleri, büyük olasılıkla 31. yüzyılda Yörük olarak anılıyordu. Anadolu Beylikleri bunlardan küçük askeri bölükler oluşturdular. Osmanlı döneminde Anadolu’daki Yörüklerin önemli bir bölümü Rumeli’ye göç ettirildi. Fatih Kanunnamesi’nde Yörüklere reayaya göre bazı vergi bağışıklıkları tanınmıştı. Bu ayrıcalıklar yörüklerin reaya olmasını önlemiş, bazı yasaklar ve sınırlamalar da reayanın Yörükler arasında karışmasını engellemiştir. Fatih Kanunnamesi’nde Yörüklerin ağnam resmi yükümlüsü oldukları, bedensel ve askeri yükümlülüklerinin bulunduğu belirtilmiştir. Yörükler, Divan-ı Hümayun’dan beratlı çeribaşılar tarafından yönetilirdi. Bulundukları yerlerin kadılarının verdiği cezaları da çeribaşılar uygulardı. Yörüklerin geçtikleri yerlerde ne kadar kalabilecekleri, hangi yolları kullanabilecekleri, yaylak ve kışlak alanları belirlenmişti. Anadolu’daki Celali Ayaklanmaları, bu ayaklanmayı izleyen iç çalkantılar ve ekonomik bunalımlar Anadolu’daki Yörüklerin düzeninin bozulmasına yol açtı. Buna karşın Yörükler eskş yaşam biçimini belirli ölçüde korudular. Günümüzde Yörüklerin çoğu Toroslar’da, bazısı da Batı Anadolu’da yaşamaktadır. Bunlar hayvancılığın yanı sıra halıcılık, kilimcilik, demircilik vb el sanatları ve tarımla uğraşırlar; çoğu Alevi’dir.
I. Beyazid(Yıldırım) ve II. Mehmed(Fatih) dönemlerinde Balkanlar’da iskan edilen Rumeli Yörükleri, İstanbul’un batısından Bulgaristan ve Sırbistan’a, Tuna kıyılarına, Bender (Benderi) ve Akkerman’a (bugün Belgorod-Dnestrovski, Ukrayna) kadar geniş bir bölgede askeri bir düzen içinde yaşıyorlardı. Fatih Kanunnamesi, bunların ayrı bir sınıf olarak örgütlendiğini, Rumeli’deki yaşam biçimlerini ve askerlik yükümlülüklerini gösteren en eski belgeydi. Rumeli Yörükleri bağlı oldukları yerlere göre adlandırılırdı. Bunlar 30′ar kişilik ocaklar oluşturur, her ocaktaki beş kişi eşkinci (fiilen sefere giden), kalan 25 kişi yamak sayılırdı. Sefer çıkınca yamak kalanlar, eşkincilere her sefer sırasında 50′şer kuruş bac verir (bu nedenle yamaklara “ellici” de denirdi), buna karşılık avarız türü vergileri ödemezlerdi. Her bölgede bir Yörük beyi (mir-i yörükan) vardı. Bunlar zeamet sahibiydi. Sefer çıkınca eşkincilerini alıp Rumeli beylerbeyinin bayrağı altında toplanırlardı. Yörük beylerinin dirlik dereceleri farklıydı. Rumeli Yörükleri, Rumeli Eyaleti içinde ayrı bir sancak oluşturulardı.
Rumeli Yörükleri’nin düzeni17. yüzyılın sonlarına doğru bozulmaya başladı. Bunları evlad-ı fatihan(*) yaparak disiplin altına alma girişimleri de uzun vadede olumlu bir sonuç vermedi. 1845 tarihli bir fermanla Yörükler’in askeri düzeni sona erdirildi. Günümüzde Balkanlar’daki Ograzden Dağlarının güney eteklerinde hayvancılıklar uğraşan Rumeli Yörükleri geleneklerini, dillerini ve ekonomik yapılarını korumaktadırlar.
evlad-ı fatihan: Osmanlı Devleti’nde Rumeli fatihlerinin çocuklarına ve Rumeli’ye sonradan yerleştirilenlere verilen ad. Çoğu Konya-Karaman dolaylarından olduğu için bunlara Konyar da denirdi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder